30 Mart 2013 Cumartesi

Araya Giren Kadın - Jorge Luis Borges



Bu hikaye, ağabeysi Cristian'ın 1880 lerde Moron mahallesinde tabii bir şekilde ölümünden sonra, cenaze gecesinde Nilsen'lerin küçüğü Eduardo tarafından anlatıldı, derler. Buna inanmak güç ama, gerçek şu ki, o uzun, unutulmuş gecede, bardak bardak çay içilirken biri bir başkasından bu hikayeyi duymuş ve Santiago Dabove'ye anlatmıştı ve ben de ondan öğrendim. Yıllarca sonra gene aynı hikâyeyi, olayın olduğu Turdera'da bana anlattılar. Biraz daha uzun olan ikinci şekli, pek az fark ve değişiklikle Santiago'nun hikâyesine uyuyordu. Bende şimdi bunu yazıyorum, çünkü yanılmıyorsam bu hikâye o «imanlar şehir dışında yaşayan o insanların karakterini kısa ve trajik bir hava içinde özetliyor. Hikâyeyi aslı gibi çevireceğim, fakat edebi tutkunun etkisiyle bazı noktaların üzerinde daha ısrarla durup, bir iki şey ekleyeceğimi sanıyorum.

Onlar Turdera'da Nilsenler olarak bilinirlerdi. O bölgenin papazı, kendinden önceki papazın, ailenin evinde siyah ciltli ve gotik harflerle yazılı eski bir İncil gördüğünü hatırladığını bana söylemişti, incilin arka sayfalarında elle yazılmış isimler ve tarihler varmış. Evdeki tek kitap olan, Nilsenlerin bu karamsar vakayinamesi, birgün kaybolacak herşey gibi kaybolmuştu. Bugün artık yerinde durmayan büyük evleri kırmızı tuğladan yapılmıştı. Koridordan iki avlu görünüyordu; biri kırmızı fayansla döşeli, öbürü topraktan. Ailenin fertlerinden başka kimse gelmezdi bu eve; Nilsenler yalnızlık içinde sürdürdükleri yaşamlarını kimsenin bozmasına izin vermezlerdi. Harap odalarındaki ranzalarında uyurlardı; hayatlarındaki lüks şeyler atlan, gemleri, kısa ağızlı bıçakları, Cumartesi geceleri giydikleri renkli elbiseleri ve insanı çarpan şeker kamışı likörüydü. O iki zenci melezin damarlarında belki de adlarını hiç duymadıkları Danimarka veya İrlanda kanı akardı... O bölgedekiler bu Kızıl saçlılardan korkuyorlardı; muhakkak bir kimseyi öldürmüşlerdir diyorlardı. Bir keresinde polisle dövüşmüşlerdl. Küçük kardeş bir gün Juan Iberra ile kavgaya tutuşmuş, oldukça İyi dövüşmüştü ve Iberra'yı tanıyanlar için bunun önemi büyüktür. Nllsenler at sürücülüğü, deri yüzücülüğü, at hırsızlığı yapmışlar ve bazan da kumarbazlık etmişlerdi. Sarhoşken ve kumar oynadıkları zamanlardaki cömertlikleri hariç, cimrilikleri ile ünlüydüler. Akrabalarının kimler olduğunu, nereden geldiklerini kimse bilmez. Bir öküz arabaları ve bir de dingilleri vardı. Görünüşleri Costa Brava'ya çılgınIık getiren gençlerden daha başkaydı. Bu ve onların hakkında daha bilmediğimiz şeyler, bu iki kardeşin birbirine ne derece bağlı olduklarını açıklamaktadır. Birini kızdırmak, iki düşmanla karşılaşmak demekti. Nilsenler pek pervasızlardı, fakat o güne kadar aşk maceralarına alt olaylar genelevlerin ve salonların içinde kapanıp kalmıştı.. Cristian, Juliana Burgos'u kendiyle birlikte yaşaması için eve getirince bunun dedikodusunu yapanlar olmuştu tabii. Cristian'ın evine bir bakıcı kazandırdığı gerçekti, fakat kadını ucuz, bayağı İnci boncukla donattığı ve fiestalarda, fakir ev partilerinde onunla gösteriş yaptığı da meydandaydı. Hem bu partilerde çalkalanmak, sarmaş dolaş olmak yasaktı; halk daha aralarından ışık görünecek kadar birbirinden uzak dansederlerdi o zamanlar. Juliana'nın cildi çukulata renglndeydi ve İri gözleri vardı; birisi ona baktı mı hemen gülümserdi. Çalışmanın ve ihmalin kadınları yıprattığı bu basit mahallede Juliana yüzüne bakılır bir tipti.

İlk zamanlar Eduardo da onlarla beraber her yere gidiyordu. Bir süre sonra, tam ne İçin olduğunu bilmiyorum ama bir İş için Arrecifes'e gitti. Dönüşünde yolda bulduğu bir kızı beraberinde getirmişti, fakat bir kaç gün sonra onu başından defetti. Bundan sonra Eduardo suratını asar oldu, barda kendi başına kafa çekiyor ve herkesten kaçıyordu. Cristian'ın kadınına aşıktı. Mahalledekiler onun durumunu kendinden önce anlamış, iki kardeş arasındaki gizli yarışmayı keşfetmelerinden haince bir zevk duyuyorlardı.

Bir akşam geç saatte köşeden eve doğru gelen Eduardo, Cristian'ın kara atının direğe bağlanmış olduğunu | gördü. Ağabeysi sırtına en iyi kılığını giymiş, avluda bekliyordu. Kadın elinde çay kupasıyla bir aşağı bir yukarı dolaşıp duruyordu. Cristian:

«Farias'lardaki partiye gidiyorum. Juliana burada kalıyor. Onu arzuluyorsan istediğini yap» dedi, Eduardo'ya.

Sesinin tonu yarı emir verir, yarı da davetkar bir havadaydı. Eduardo bir an hareketsiz ona bakakaldı, ne* yapacağını bilemiyordu. Cristian kalktı, Eduardo'ya veda etti ve sanki orada Sadece bir eşya parçasıymış gibi Juliana'ya bir şey demedi ve atma binerek bir an bile düşünmeden tırısa kalkıp gitti.

O geceden sonra kadını paylaştılar. O mahallenin erdemini altüst eden bu hayasız birliğin ayrıntılarını hiç kimse bilemeyecekti. Bu durum birkaç hafta devam etti. fakat daha fazla süremezdi, iki kardeş aralarında Jutona'nın adını hiç söylemiyorlardı ve hatta onu çağırırken bile; fakat birbiriyle çekişecek sebepler arayıp buluyorlardı. Deri fiyatlarını tartışırken gerçek anlaşmazlıklarının nedeni başkaydı. Cristian sesini yükseltip bağırır Eduardo ise susardı. Farkına varmadan birbirlerini gözlüyorlardı. Erkeklerin hakim olduğu bu muhitte, bir erkek, kendi kendine bile, bir kadının önemli olabileceğini İtiraf etmezdi. Kadın sadece arzu edilen ve sahip olunan bir nesneydi fakat iki kardeş de ona aşıktı. Bir bakıma bu hal gururlarını kırıyordu.

Bir öğleden sonra Eduardo, Lomas meydanında Juan Iberra'ya rastladı ve Juan, elde ettiği o güzel şeyden dolayı. Eduardo'yu tebrik etti. İşte o zaman Eduordo sinirlenip Juan'a hakaret etti; onun önünde kimse Cristian'la alay edemezdi.

Kadın ise uysal bir hayvan gibi her ikisine de boyun eğiyordu, fakat kimi yeğlediğini de saklamıyordu. Bu kuş kuşuz ortaklığı reddetmeyen fakat bunu kendi hazırlamış olmayan genç kardeşti.

Birgün Juliana'ya ön avluya iki sandalye çıkararak kendilerini yalnız bırakmalarını emrettiler; onların konuşacakları bir konu vardı. Kadın konuşmanın uzun süreceğini sandığı için öğlen uykusuna yattı, fakat az sonra onu uyandırdılar. Bütün eşyasını torbasına doldurmasını ve annesinin ona bıraktığı küçük haç ile cam teşbihi da unutmamasını söylediler. Hiçbir açıklamada bulunmadan onu arabaya bindirdiler ye sessiz ve sıkıcı bir yolculuk başladı. Yağmur yağmıştı, yerler çamur içindeydi ve Muron'a vardıklarında gece saatin onbiriydi. Kadını genelevin madamına sattılar. İş tamamlanmıştı; Cristian parayı aldı ve daha sonra yarısını kardeşine verdi.

O çirkin sevdanın düğümüne dolanıp kalmış oldukları Turdera'ya geri dönünce Niisenler, erkekler âlemindeki erkekçe hayata yeniden başlamaya karar verdiler. Kumara, horoz döğüşüne daldılar, arasıra da alem yaptılar. Her ikisinin de kurtulduklarını sandıkları anlar vardı belki, ama her biri sebepti veya sebepsiz ortadan kayboluveriyordu. Sene sonundan bir süre önce genç kardeş başkentte bir işi olduğunu söyledi. Cristian Moron'a gitti ve orada daha önce adı geçen evin parmaklığına bağlı olan Eduardo'nun kara atını tanıdı. İçeri girdi, kardeşi içerde oturmuş sırasını bekliyordu. Cristian şöyle dedi ona:

«Böyle devam edersek atları yorgunluktan öldüreceğiz. Kadın yakınımızda olursa daha iyi.»

Genelevin sahibiyle konuştu ve kemerinden bir miktar para çıkarıp verdi ve Juliana'yı aldılar. Kadın Cristian'la birlikteydi; Eduardo onları görmemek için atını mahmuzlayıp önden gitti.

İka kardeş eski hayatlarına yeniden başladılar. Buldukları iğrenç çare başarısızlığa uğramıştı; her ikisi de hileye başvurmuşlardı. Kabil'in ruhu yakınlarda dolanıyordu, fakat Nilsenlet arasındaki sevgi çok kuvvetliydi. Allah bilir ne güçlükleri, ne tehlikeleri yenmişlerdi beraber. Böylece birbirlerine karşı kızgınlıklarını yabancılardan, köpeklerden aralarını açan Juliana'dan çıkarıyorlardı.

Mart ayı sona ermek üzereydi, fakat sıcaklar devam ediyordu. Eduardo, bir pazar bardan eve gelince (pazarları halk eve erken dönerdi), Cristian'ın öküzlere dingili taktığını gördü. Cristian:

«Haydi gel, Pardo'nun derilerini götürmemiz lazım. Arabaya yükledim onları, hava serinken gidelim.» dedi.

Sanırım Pardo'nun pazarı güney tarafında bir yerdeydi. ilkin kağnı yolundan gittiler, sonra bir yan yola saptılar. Kararan gecenin içinde tarlalar etrafa yayılıyordu...

Bir otlağın yanından geçtiler; yaktığı purosunu yere atan Cristian, sakin bir sesle «Haydi İş başına, kardeş» dedi. Sonra da işin gerisini, akbabalar yapar. Kadını bugün öldürdüm, inci boncuğuyla birlikte koyalım onu buraya. Artık bize hiçbir zararı dokunamaz.»

İki kardeş, ağlamaklı bir şekilde kucaklaştılar. Şimdi, onları bağlayan bir bağ daha vardı: feci bir şekilde kurban ettikleri kadın ve onu unutma zorunluluğu.

Hiç yorum yok: