Bu hikaye, ağabeysi Cristian'ın
1880 lerde Moron mahallesinde tabii bir şekilde ölümünden sonra, cenaze
gecesinde Nilsen'lerin küçüğü Eduardo tarafından anlatıldı, derler. Buna
inanmak güç ama, gerçek şu ki, o uzun, unutulmuş gecede, bardak bardak çay
içilirken biri bir başkasından bu hikayeyi duymuş ve Santiago Dabove'ye
anlatmıştı ve ben de ondan öğrendim. Yıllarca sonra gene aynı hikâyeyi, olayın
olduğu Turdera'da bana anlattılar. Biraz daha uzun olan ikinci şekli, pek az
fark ve değişiklikle Santiago'nun hikâyesine uyuyordu. Bende şimdi bunu
yazıyorum, çünkü yanılmıyorsam bu hikâye o «imanlar şehir dışında yaşayan o insanların
karakterini kısa ve trajik bir hava içinde özetliyor. Hikâyeyi aslı gibi
çevireceğim, fakat edebi tutkunun etkisiyle bazı noktaların üzerinde daha
ısrarla durup, bir iki şey ekleyeceğimi sanıyorum.
Onlar Turdera'da Nilsenler olarak
bilinirlerdi. O bölgenin papazı, kendinden önceki papazın, ailenin evinde siyah
ciltli ve gotik harflerle yazılı eski bir İncil gördüğünü hatırladığını bana söylemişti,
incilin arka sayfalarında elle yazılmış isimler ve tarihler varmış. Evdeki tek
kitap olan, Nilsenlerin bu karamsar vakayinamesi, birgün kaybolacak herşey gibi
kaybolmuştu. Bugün artık yerinde durmayan büyük evleri kırmızı tuğladan
yapılmıştı. Koridordan iki avlu görünüyordu; biri kırmızı fayansla döşeli,
öbürü topraktan. Ailenin fertlerinden başka kimse gelmezdi bu eve; Nilsenler
yalnızlık içinde sürdürdükleri yaşamlarını kimsenin bozmasına izin vermezlerdi.
Harap odalarındaki ranzalarında uyurlardı; hayatlarındaki lüks şeyler atlan,
gemleri, kısa ağızlı bıçakları, Cumartesi geceleri giydikleri renkli elbiseleri
ve insanı çarpan şeker kamışı likörüydü. O iki zenci melezin damarlarında belki
de adlarını hiç duymadıkları Danimarka veya İrlanda kanı akardı... O bölgedekiler
bu Kızıl saçlılardan korkuyorlardı; muhakkak bir kimseyi öldürmüşlerdir
diyorlardı. Bir keresinde polisle dövüşmüşlerdl. Küçük kardeş bir gün Juan Iberra
ile kavgaya tutuşmuş, oldukça İyi dövüşmüştü ve Iberra'yı tanıyanlar için bunun
önemi büyüktür. Nllsenler at sürücülüğü, deri yüzücülüğü, at hırsızlığı yapmışlar
ve bazan da kumarbazlık etmişlerdi. Sarhoşken ve kumar oynadıkları zamanlardaki
cömertlikleri hariç, cimrilikleri ile ünlüydüler. Akrabalarının kimler
olduğunu, nereden geldiklerini kimse bilmez. Bir öküz arabaları ve bir de
dingilleri vardı. Görünüşleri Costa Brava'ya çılgınIık getiren gençlerden daha
başkaydı. Bu ve onların hakkında daha bilmediğimiz şeyler, bu iki kardeşin
birbirine ne derece bağlı olduklarını açıklamaktadır. Birini kızdırmak, iki
düşmanla karşılaşmak demekti. Nilsenler pek pervasızlardı, fakat o güne kadar
aşk maceralarına alt olaylar genelevlerin ve salonların içinde kapanıp
kalmıştı.. Cristian, Juliana Burgos'u kendiyle birlikte yaşaması için eve
getirince bunun dedikodusunu yapanlar olmuştu tabii. Cristian'ın evine bir
bakıcı kazandırdığı gerçekti, fakat kadını ucuz, bayağı İnci boncukla donattığı
ve fiestalarda, fakir ev partilerinde onunla gösteriş yaptığı da meydandaydı.
Hem bu partilerde çalkalanmak, sarmaş dolaş olmak yasaktı; halk daha
aralarından ışık görünecek kadar birbirinden uzak dansederlerdi o zamanlar.
Juliana'nın cildi çukulata renglndeydi ve İri gözleri vardı; birisi ona baktı
mı hemen gülümserdi. Çalışmanın ve ihmalin kadınları yıprattığı bu basit
mahallede Juliana yüzüne bakılır bir tipti.
İlk zamanlar Eduardo da onlarla
beraber her yere gidiyordu. Bir süre sonra, tam ne İçin olduğunu bilmiyorum ama
bir İş için Arrecifes'e gitti. Dönüşünde yolda bulduğu bir kızı beraberinde
getirmişti, fakat bir kaç gün sonra onu başından defetti. Bundan sonra Eduardo
suratını asar oldu, barda kendi başına kafa çekiyor ve herkesten kaçıyordu. Cristian'ın
kadınına aşıktı. Mahalledekiler onun durumunu kendinden önce anlamış, iki
kardeş arasındaki gizli yarışmayı keşfetmelerinden haince bir zevk
duyuyorlardı.
Bir akşam geç saatte köşeden eve
doğru gelen Eduardo, Cristian'ın kara atının direğe bağlanmış olduğunu | gördü.
Ağabeysi sırtına en iyi kılığını giymiş, avluda bekliyordu. Kadın elinde çay
kupasıyla bir aşağı bir yukarı dolaşıp duruyordu. Cristian:
«Farias'lardaki partiye gidiyorum.
Juliana burada kalıyor. Onu arzuluyorsan istediğini yap» dedi, Eduardo'ya.
Sesinin tonu yarı emir verir, yarı
da davetkar bir havadaydı. Eduardo bir an hareketsiz ona bakakaldı, ne*
yapacağını bilemiyordu. Cristian kalktı, Eduardo'ya veda etti ve sanki
orada Sadece bir eşya parçasıymış gibi Juliana'ya bir şey demedi ve atma
binerek bir an bile düşünmeden tırısa kalkıp gitti.
O geceden sonra kadını
paylaştılar. O mahallenin erdemini altüst eden bu hayasız birliğin
ayrıntılarını hiç kimse bilemeyecekti. Bu durum birkaç hafta devam etti. fakat
daha fazla süremezdi, iki kardeş aralarında Jutona'nın adını hiç
söylemiyorlardı ve hatta onu çağırırken bile; fakat birbiriyle çekişecek
sebepler arayıp buluyorlardı. Deri fiyatlarını tartışırken gerçek
anlaşmazlıklarının nedeni başkaydı. Cristian sesini yükseltip bağırır Eduardo
ise susardı. Farkına varmadan birbirlerini gözlüyorlardı. Erkeklerin hakim
olduğu bu muhitte, bir erkek, kendi kendine bile, bir kadının önemli
olabileceğini İtiraf etmezdi. Kadın sadece arzu edilen ve sahip olunan bir
nesneydi fakat iki kardeş de ona aşıktı. Bir bakıma bu hal gururlarını
kırıyordu.
Bir öğleden sonra Eduardo, Lomas
meydanında Juan Iberra'ya rastladı ve Juan, elde ettiği o güzel şeyden dolayı.
Eduardo'yu tebrik etti. İşte o zaman Eduordo sinirlenip Juan'a hakaret etti;
onun önünde kimse Cristian'la alay edemezdi.
Kadın ise uysal bir hayvan gibi
her ikisine de boyun eğiyordu, fakat kimi yeğlediğini de saklamıyordu. Bu kuş
kuşuz ortaklığı reddetmeyen fakat bunu kendi hazırlamış olmayan genç kardeşti.
Birgün Juliana'ya ön avluya iki
sandalye çıkararak kendilerini yalnız bırakmalarını emrettiler; onların
konuşacakları bir konu vardı. Kadın konuşmanın uzun süreceğini sandığı için
öğlen uykusuna yattı, fakat az sonra onu uyandırdılar. Bütün eşyasını torbasına
doldurmasını ve annesinin ona bıraktığı küçük haç ile cam teşbihi da
unutmamasını söylediler. Hiçbir açıklamada bulunmadan onu arabaya bindirdiler
ye sessiz ve sıkıcı bir yolculuk başladı. Yağmur yağmıştı, yerler çamur
içindeydi ve Muron'a vardıklarında gece saatin onbiriydi. Kadını genelevin madamına
sattılar. İş tamamlanmıştı; Cristian parayı aldı ve daha sonra yarısını kardeşine
verdi.
O çirkin sevdanın düğümüne dolanıp
kalmış oldukları Turdera'ya geri dönünce Niisenler, erkekler âlemindeki erkekçe
hayata yeniden başlamaya karar verdiler. Kumara, horoz döğüşüne daldılar,
arasıra da alem yaptılar. Her ikisinin de kurtulduklarını sandıkları anlar
vardı belki, ama her biri sebepti veya sebepsiz ortadan kayboluveriyordu. Sene sonundan
bir süre önce genç kardeş başkentte bir işi olduğunu söyledi. Cristian Moron'a
gitti ve orada daha önce adı geçen evin parmaklığına bağlı olan Eduardo'nun
kara atını tanıdı. İçeri girdi, kardeşi içerde oturmuş sırasını bekliyordu.
Cristian şöyle dedi ona:
«Böyle devam edersek atları
yorgunluktan öldüreceğiz. Kadın yakınımızda olursa daha iyi.»
Genelevin sahibiyle konuştu ve
kemerinden bir miktar para çıkarıp verdi ve Juliana'yı aldılar. Kadın
Cristian'la birlikteydi; Eduardo onları görmemek için atını mahmuzlayıp önden
gitti.
İka kardeş eski hayatlarına
yeniden başladılar. Buldukları iğrenç çare başarısızlığa uğramıştı; her ikisi
de hileye başvurmuşlardı. Kabil'in ruhu yakınlarda dolanıyordu, fakat Nilsenlet
arasındaki sevgi çok kuvvetliydi. Allah bilir ne güçlükleri, ne tehlikeleri yenmişlerdi
beraber. Böylece birbirlerine karşı kızgınlıklarını yabancılardan, köpeklerden
aralarını açan Juliana'dan çıkarıyorlardı.
Mart ayı sona ermek üzereydi,
fakat sıcaklar devam ediyordu. Eduardo, bir pazar bardan eve gelince (pazarları
halk eve erken dönerdi), Cristian'ın öküzlere dingili taktığını gördü.
Cristian:
«Haydi gel, Pardo'nun derilerini
götürmemiz lazım. Arabaya yükledim onları, hava serinken gidelim.» dedi.
Sanırım Pardo'nun pazarı güney
tarafında bir yerdeydi. ilkin kağnı yolundan gittiler, sonra bir yan yola
saptılar. Kararan gecenin içinde tarlalar etrafa yayılıyordu...
Bir otlağın yanından geçtiler;
yaktığı purosunu yere atan Cristian, sakin bir sesle «Haydi İş başına, kardeş»
dedi. Sonra da işin gerisini, akbabalar yapar. Kadını bugün öldürdüm, inci
boncuğuyla birlikte koyalım onu buraya. Artık bize hiçbir zararı dokunamaz.»
İki kardeş, ağlamaklı bir şekilde
kucaklaştılar. Şimdi, onları bağlayan bir bağ daha vardı: feci bir şekilde
kurban ettikleri kadın ve onu unutma zorunluluğu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder