Jorge Luis Borges
(1899 - 1986): Arjantinli şair, yazar. İsviçre'de okudu. Arjantin'de Peron düştükten sonra (1955) Millî Kütüphane müdürlüğüne tayin edildi. Bu görevdeyken görme kabiliyetini yitirdi. Asıl hikâyeleriyle tanındı. Ferdî duyguları, fantastik ve mizaha kaçan bir üslûpla işledi. Denemelerinde zamanımızın toplumunun kimliğini sorguladı.
Türkçeye çevrilen başlıca eserleri: Ölüm ve Pusula, Yolları Çatallanan Bahçe, Kum Kitabı, Borges ve Ben, Brodie Raporu, Alçaklığın Evrensel Tarihi, Sonsuzluğun Tarihi, Gölgeye Övgü, Olağanüstü Masallar (A. B. Caseres ile birlikte yazdı), Don İsidro Parodi'ye Altı Bilmece (A. B. Casaras ile birlikte), Yedi Gece.
Babasının görme yetisinin azalması üzerine, âile tedavi için I. Dünya Savaşı'ndan önce (1914) Cenevre'ye taşındı. Burada kaldıkları süre boyunca Borges Calvin Koleji'ne devam ederek, Lâtince, Fransızca ve Almanca öğrendi. Sembolizm akımının örneklerinden Verlaine, Rimbaud ve Mallarmé'in eserleriyle bu sırada tanıştı. Schopenhauer'a olan sevgisi ve Walt Whitman'ı keşfetmesi de Cenevrede'yken başladı.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra âilesiyle birlikte İspanya'ya taşındı. Borges artık yazar olmaya karar vermişti, babasına 1870'lerde geçen bir roman yazmaya yardım ediyordu. Birkaç edebî gruba girme çalışmasından sonra, kendine akıl hocası buldu: Endülüs'lü şair Rafael Cansinos-Asséns. Onun etkisiyle kendisini "ultraistler" grubundan saymaya başladı ama kısa zamanda aidiyet hissinden sıkılarak kimseye bağlı olmadan birşeyler yapmaya çalıştı. Denemelerle ve şiirle pasifizm, anarşi, Rus devrimi gibi bâzı şeyleri övdüğü, genel düşüncelerini dile getirdiği iki kitap yazdı. Ama sonra yazdıklarından utanarak, her iki kitabı da İspanya'dan ayrılmadan önce imha etti.
1921'de âilesiyle Buenos Aires'e geri dönmesinden sonra, babasının arkadaşı Macedonio Fernandéz'in düşüncelerinden etkilenmesi, düşüncenin yeni yollarına yönelmesine neden oldu. Fernandez'in düşünceleri Schopenhauer, Berkeley ve Hume'ün bir yansıması idi. Edebî stili ekzantrik ve düşünce tarzı karmaşıktı. Borges'e en büyük etkisi her şeye kuşkuculukla bakmasını sağlamasıdır.
1923'te ilk kitabı olan Buenos Aires Tutkusu (Ferver de Buenos Aires)'i çıkardı. 1924-1933 arası Borges için oldukça heyecan verici bir zamandı. Bu dönemde pek çok yazısı ve şiiri basıldı. Luna de Enfrente 1925'te, San Martin DefteriCuaderno San Martín 1929'da basıldı. 1933-1934 yıllarında Crítica'da Alçaklığın Evrensel Tarihi(Historia universal de la infamia) yayımlandı. Bu öykü dizisi, önceden basılmış bâzı hikâyelerden alınan karakterler ve fikirler üzerine yeniden hikâye yazmakla oluşmuştu. Gerçeği ve hikâyeyi harmanladığı bu hikâyeler gerçeküstü bir otantizm taşıyorlardı. Daha sonraları bu tarz "büyülü gerçekçilik"in ilk örneklerinden sayılacaktı. Ama onun asıl kariyeri 1935'te yazdığı "Borges stili"nin ilk örneği denilen, hayâlî bir romanı eleştirdiği "Al-Motasim'e Bir Bakış" isimli öyküsüdür. 1936'da denemelerini topladığı Sonsuzluğun Tarihi Historia de la Eternidad basıldı. Bu sırada maddî sıkıntılar çekiyordu, bu nedenle 1937'de Belediye Kütühânesi'nde çalışmaya başladı. Kütüphânedeki işi hafif olan yazar, iş günlerinin kalanını klâsikleri okuyarak ve modern edebiyatın uluslar arası örneklerini İspanyolca'ya çevirerek geçirmiştir. Virginia Woolf'un ve William Faulkner'ın kitapları İspanyolca'ya ilk kez bu dönemde Borges tarafından kazandırılmıştır. Yaratıcılığını kaybetmekten korkan Borges, eşşiz bir eser yazmak istedi ve 'Pierre Menard, Don Quixote'un Yazarı''nı kaleme aldı. Ardından da 'Tlön, Uqbar, Orbis Tertius' geldi. Her iki hikâye Victoria Ocampo'nun Sur edebiyat dergisinde yayınlandı. Bunların başarısının verdiği motivasyonla Babil Kütüphanesi'nin çalışmalarına başladı. 1941'de bu öykülerin toplandığı Yolları Çatallanan Bahçe basıldı. Aynı hikâyeler toparlanarak "Artifices"e eklendi ve ve 1944'de Ficciones adıyla yeniden basıldı. 1942'de 'Bustos Domecq' takma adı altında Adolfo Bioy Casares ile birlikte polisiye hikâyeler dizisi olan Don İsidro İçin Altı Problem'i yazdılar. Felsefe, gerçekler, fantazi ve gizemleri harmanladığı bu yeni öykülerin yanında, El Hogar'da anti-semitizmi, faşizmi ve nazizmi eşeltiren politik makaleler de yazıyordu. Bu makalelerle oldukça tanındı. 1946'da Juan Peron'un iktidara gelişiyle, kütüphânedeki işinden atıldı. Bu işten atılma onun için bir tür kurtuluş olmuştu, çünkü hem Arjantin'den Uruguay'a kadar pek çok yeri gezip, Budizm'den Blake'e kadar pek çok konuda seminerler veriyor, hem de iyi para kazanıyordu. Ama âilesi Peron'un baskıcı rejiminde zor günler geçirdi, annesi ve kız kardeşi hapse girdi. 1949'da ikinci önemli kısa hikâyeler kitabı Alef (El Alef) basıldı.
1955'de Peron devrilince Borges hayâlindeki meslek olan Arjantin Ulusal Kütüphânesi Müdürlüğü'ne getirildi. Âilesinden gelen hastalık nedeniyle görme bozukluğu çeken Borges bu dönemde görme yetisini tamamen kaybetti. "Beni aynı anda hem 800,000 kitabı hem de karanlığı veren Tanrı'nın muhteşem ironisi" diyerek bu gerçeği kabûllenmiştir. (Umberto Eco unutulmaz romanı Gülün Adı'nda yer alan ana karakterlerden kör kütüphaneciyi Borges'ten esinlenerek oluşturmuştur.) 1956'da Buenos Aires Üniversitesi'nde İngiliz ve Amerikan edebiyatı profesörlüğüne atandı ve 12 yıl bu görevi yürüttü. 1961'de Samuel Beckett'le birlikte Uluslararası Yayımcılar Ödülü'nü (Formentor Ödülü) kazandı. Bu ödül ona gecikmiş bir uluslararası ün kazandırdı. Gözlerinin görmeyişini şiire yönelerek telâfi etmeye çalıştı. 1970'li yıllarda ABD'de çeşitli üniversitelerde dersler verdi. 1973'te Peron geri dönünce, görevinden istifa etti. Ders vererek ve yolculuk yaparak geçirdiği zamanın meyvesi 1975'te basılan toplama hikâyelerin olduğu Kum Kitabı (El libro de arena) oldu. Dünya gezilerinin sonucu ona eşlik eden Maria Kodama'nın resimlerini çektiği yazılarını ise kendi yazdığı Atlas(1984)'la sonuçlandı.
Zannedilenin aksine, Nobel ödülünü alamadan 87 yaşında, 14 Haziran 1986'da Cenevre'de karaciğer kanserinden hayatını kaybetti.
Peron surgunden gelip baskanliga secilince(1973) Borges istifasini surdu ve Milli Kutuphanelik mudurlugunden istifa etti.90 yasindaki Annesinin baskilariyla Elsa Millan ile evlendi fakat evlilikleri uzun surmedi, uc yil sonra bosaninca Borges annesinin yanina geri yerlesti ve onunla 99 yasina kadar yasadi. Annesinin vefatinden sonra Borges Maria Kodam ile dunya turuna cikti. Dunya turundan sonra ise asistani olan Maria Kodam ile evlendi. 1986 yilinda Geneva sehrinde karaciger kanseri yuzunden hayatini kaybetti.
Hayati boyunca hic Nobel Odulu kazanamadi. Bazi insanlar ona bu odulun verilmeme nedenin onun politikal goruslerinden dolayi oldugunu spekulate ederler. Diktator Pinochet'den dahi odul alan Borges' in sag goruslu oldugu bilinmektedir. Ayrica kendisi solcu Marxist goruslerden nefret etmis bir karakterdir. Nazi yillarinda Arjantinli sagcilar onun Yahudi oldugu one surduklerinde, "ben Yahudiyim" diye cevap veren Borges her Hiristiyanin zaten Isa'dan once Yahudi oldugunu soylemistir. Ailesi Arjantinin koklu ailelerinden olan Borges' in dedesi Arjantin ic savaslarinda onemli bir general idi; bunu her zaman gururla belirtmistir.Hatta Arjantinin Colonel Suarez kenti Borges'in dedesinin arkasindan isimlendirilmistir.
Borges'in eserleri uc buyuk dinden ve Buddist dininden bazi alintilar icerir. Kendisi Hiristiyandir ve bazi everlerinde de bunu acikca gosterir.
Eserleri
* Fervor de Buenos Aires (Buenos Aires Tutkusu), 1923) Şiir* Luna de enfrente (Yolun Ötesinde Ay), 1925) Şiir
* El tamaño de mi esperanza, 1925, Denemeler.
* El idioma de los argentinos, 1928, Denemeler.
* Cuaderno San Martin (San Martin Defteri), 1929) Şiir
* Evaristo Carriego, 1930, Denemeler
* Discusión, 1932, Denemeler ve Eleştiriler.
* Historia universal de la infamia (Alçaklığın Evrensel Tarihi), 1935, Hikayeler
* Historia de la eternidad (Sonsuzluğun Tarihi), 1936, Denemeler
* El jardín de senderos que se bifurcan (Yolları Çatallanan Bahçe), 1941, Hikayeler.
* Seis problemas para don Isidro (Don İsidro İçin Altı Problem) 1942, Adolfo Bioy Casares’le yazılmış detektif hikâyeleri
* Poemas : 1922-1943, 1943, Şiir.
* Ficciones (Ficciones Hayaller ve Hikayeler) 1944, Kısa hikâyeler
* Un modelo para la muerte, 1946, Adolfo Bioy Casares’le yazılmış detektif hikâyeleri
* Dos fantasías memorables, 1946 Adolfo Bioy Casares’le yazılmış fantastik hikâyeler
* El Aleph (Alef) 1949, Denemeler Hikayeler
* Aspectos de la poesía gauchesca, 1950, Eleştiriler.
* Antiguas literaturas germánicas, 1951, Eleştiriler
* La muerte y la brújula,(Ölüm ve Pusula) 1951, Kısa hikâyeler
* Otras inquisiciones 1937-1952 (Öteki Soruşturmalar) , 1952, Denemeler ve Eleştiriler.
* Historia de la Eternidad (Sonsuzluğun Tarihi), 1953, Denemeler, Kısa hikâyeler, ve Eleştiriler.
* El "Martín Fierro", 1953, Denemeler
* Poemas : 1923-1953, 1954, Şiirler
* Los orilleros; El paraíso de los creyentes, 1955, Adolfo Bioy Casares ile İki Senaryo.
* Leopoldo Lugones, 1955, Eleştiriler Betina Edelborg’le beraber.
* La hermana de Eloísa, 1955, Kısa hikâyeler.
* Manual de zoología fantástica (Hayali Varlıklar Kitabı)1957, Margarita Guerrero ile yazılmış hayali hayvan metinleri.
* Libro del cielo y del infierno, 1960, Denemeler, Adolfo Bioy Casares ile beraber.
* El Hacedor, 1960, Şiirler
* Antología Personal, 1961, Denemeler, Şiir, Eleştiriler,
* El lenguaje de Buenos Aires, 1963 Uzun denemeler, José Edmundo Clemente ile beraber
* Introducción a la literatura inglesa, 1965, Eleştiri, María Esther Vázquez ile beraber . Türkçesi : İngiliz Edebiyatı Tarihi
* Para las seis cuerdas, 1965, Tango ve milongalar için sözler
* Literaturas germánicas medievales (Ortaçağ Alman Edebiyatı) 1966, Eleştiri, María Esther Vázquez’le beraber
* Crónicas de Bustos Domecq, Denemeler, 1967, Adolfo Bioy Casares’le beraber.
* Introducción a la literatura norteamericana(Amerikan Edebiyatına Giriş)(1967), Eleştiri, Esther Zemborain de Torres ile beraber. Türkçesi: ,.
* Conversations with Jorge Luis Borges(Borges'le Konuşmalar), 1968, Richard Burgin, İngilizce.
* Nueva Antología Personal, 1968, Denemeler, Şiirler, Eleştiriler.
* Elogio de la Sombra(Karanlığa Övgü), 1969, Şiir
* El otro, el mismo, 1969, Şiir
* El informe de Brodie (Brodie Raporu), Kısa hikâyeler, 1970.
* El congreso, 1971, Denemeler.
* Nuevos Cuentos de Bustos Domecq, Adolfo Bioy Casares ile beraber.
* El oro de los tigres, 1972, Şiir.
* El libro de arena (Kum Kitabı), 1975, Kısa hikâyeler
* La Rosa Profunda (Sonsuz Gül), 1975, Şiir
* La moneda de hierro, 1976, Şiir.
* Diálogos, 1976 Borges ve Ernesto Sabato, arasında konuşmalar.
* ¿Que es el Budismo?, 1976, Dersler
* Historia de la Noche, 1977, Şiir.
* Prólogos con un Prólogo de Prólogos, 1977, Kitap önsözleri.
* Borges El Memorioso, 1977, Antonio Carrizo ile konuşmalar
* Rosa y Azul: La rosa de Paracelso; Tigres Azules, 1977
* Borges, oral, 1979, dersler.
* Siete noches (Yedi Gece) 1980, dersler
* La cifra, 1981, Şiir.
* Nueve ensayos dantescos (Dantevari Denemeler), 1982, Denemeler Dante üzerine
* Un argumento, 1983,
* Veinticinco Agosto 1983 y otros cuentos, 1983, Kısa hikâyeler
* Atlas (Atlas), 1984, Hikayeler ve Denemeler, María Kodama ile beraber.
* Los conjurados, 1985, Şiir.
* Textos cautivos, 1986, Eleştiriler
* This Craft of Verse, 2000, dersler.
1981, Borges at age 82, receiving an
honorary degree from the University of Puerto Rico. (Photo from the Borges Estate, as found in Adrian Lennon's Jorge Luis Borges) |
Her asrın büyücüsü
Borges 100 yaşında (Milliyet Kitap 22 Ekim 1999)
Jorge Luis Borges, 1960'da yazdığı El Hacedor (Yaratan) adlı kitabında evrenin resmini yapmaya kalkışan bir adamdan sözeder. Yıllar boyu çalışıp boş duvarı gemi, kule, at, silah ve insan resimleriyle donatan adam, tam öleceği sırada farkeder ki, duvara, kendi yüzünün suretini resmetmiştir aslında. Efsane yazar 1986 yazında Cenevre'de öldüğünde, tıpkı kendi öykü kahramanı gibi, bize kendi yüzünün ve kimliğinin sureti olan onlarca kitap, yüzlerce öykü ve şiir bıraktı. Şiirsel, hayalci ve matrak kişiliğinin ipucu olan yüzlerce eserle, bizi evrenin sınırsız resmi ve ayartıcı tadıyla yüzleştirdi Borges. Yaşasaydı bu yıl 100 yaşında olacaktı. Onun sayesinde 1999, yalnızca yeni binyılın arifesi olarak değil, kutlu bir doğum yılı olarak da tarihe geçecek. Şimdi eserleri neredeyse bütün dünya dillerine çevrilmiş olduğundan, kutuplardan Uzakdoğu'ya, Karayipler'den Avrupa'ya, adına okuma günleri düzenleniyor, yazı dünyasının analizleri yapılıyor ve Borges'in 100. yaşı edebi bir şölenle kutlanıyor.
Düş ustası Borges, yine bir yaz günü, 24 Ağustos 1899'da Arjantin'in başkenti Bounes Aires'de doğdu. İngiliz asıllı annesi ve İngiliz edebiyatına düşkün diplomat babası sayesinde İngilizce'yi İspanyolca'dan önce öğrendi. Öyle ki daha dokuz yaşındayken Oscar Wilde'ın Mutlu Prens'ini İspanyolca'ya çevirdi. Çocukluğunun geçtiği yoksul Palermo mahallesi, fiyakalı gençleri, alttan alta kulağımıza çalınan tangonun hırçın evreni, ıssız sokaklar ve tutkun aşklar garip bir matematik kurguyla öykülerine konu oluşturdu.
1914'de Birinci Dünya Savaşı patlak vermeden az önce ailesiyle Cenevre'ye giden Borges orada kaldığı beş yıl boyunca Fransızca ve Almanca da öğrendi. 1919'da İspanya'ya gidip, orada Ultraismo akımını benimseyen genç yazarlara katıldı. Kanındaki muhalif ruh işte o zaman harekete geçmeye başlamış olmalı. Çünkü daha sonraki yaşamını belirleyen yegane güç bu olacaktı. Ultraismo yanlıları, çöküş içinde olduğunu düşündükleri 89 kuşağının tanınmış yazarlarına karşı çıkıyorlardı. Arjantin'e dönen ve Güney Amerika'da bu akımın yayılmasının öncüsü olan yazar, şiir kitaplarının yanı sıra üç edebiyat dergisi çıkardı, denemeler yazdı ve 1930'da Evaristo Carriego adlı bir yaşam öyküsü yayınladı.
Yazı dilinin omurgası bu dönemde belirmeye başladı işte. Kısa öykü, deneme, şiir, eleştiri içine bolca düşgücü ve alegori eklenmiş, hiçbir edebiyat türüne sokulamayan bir ifade biçiminin yaratıcısı genç Borges, dilini bulmaya başlamıştı. Ama o "gerçek öykücülüğüm ilk kez 1933'de basılan Rezilliğin Evrensel Tarihi ile başlar" diyordu. Borges 1937'de İl Kütüphanesi'nde çalışmaya başladı ve burada olduğu "dokuz mutsuz yıl" boyunca en güzel öykülerini kaleme aldı. Babil Kitaplığı, Ölüm ve Pusula, Dolambaçlı Yıkıntılar gibi... Daha başkalarıyla birlikte bu öyküleri Yolları Çatallanan Bahçe'de topladı. Yıllar sonra "kanımca iki ana kitabım" dediği Ficciones (Anlatılar) ve El Aleph, bu öykülerin seçilmiş ve geliştirilmiş hallerinden oluşuyordu. Simgeler dünyası, harfler ve bilinmedik işaretler, tıpkı Musevi mistikleri ve İbranice gibi hep ilgi alanındaydı. Kabala öğretisinde Tanrı'nın bu dünyayı yaratırken kullandığı üç öncü sesin ilki olan Alef, o nedenle kitabına ad oldu.
Bu arada kasıp kavuran dünya savaşının ikincisi patlak vermiş, Borges Nazilere karşı ve müttefiklerden yana tutum takınarak Juan Peron yönetimindeki Arjantin'de muhalifler arasınde yaralmıştı. Annesi ve kızkardeşi Peron hükümetine karşı çıkıp hapse atılınca, Borges de Peron'a karşı bir bildiriye imza attığı gerekçesiyle kütüphanedeki görevinden uzaklaştırıldı ve belediye pazarında gıda müfettişi olarak çalışmak zorunda kaldı. "Artık işsizdim" diyordu Borges, ama kısa süre önce baktırdığı çay falı doğru çıkmış, Arjantin İngiliz Kültür Derneği'nde İngiliz edebiyatı öğretmenliğine, dahası o kent senin bu kent benim dolaşmaya başlamıştı. Uzakdoğu din ve öğretileri, Kabala mistisizmi, İran tasavvufu, İzlanda destanları ve dünyanın her yakasından garip metaforları böylece derlemeye başladı.
1950'de Arjantin Yazarlar Derneği'nin başkanlığına seçilmişti Borges ama diktatörlüğe karşı birkaç kaleden biri olan dernek sonunda kapatıldı. Beklenen devrim 1955'de gelmiş, Cordoba'dan gelen sevinçli haberi alan Borges, ilk iş Ulusal Kütüphane'deki görevine geri dönmüştü. Ülkesinde giderek parlayan bir yazar olarak, Peron'un kendisiyle tanışma isteğini ise her zaman reddetti. Kütüphane müdürü olarak çalışmaya başladığı yıl kalıtımsal bir hastalık nedeniyle giderek artan görme yeteneğini de tamamen kaybetti. Babası gibi. Ama o kendi durumunu babasından ziyade, Homeros'un körleşmesiyle bağdaştırıyor ve onu kendinin yüceltilişi olarak görüyordu. Ama yine de "biliyorum ki beni bekleyen ne bir İlyada var ne de bir Oddysseia" diyerek... Aynı zamanda Bounes Aires Üniversitesi'nde edebiyat profesörü olan Borges'in yazı yazmasına annesi, arkadaşları ve sekreteri yardımcı oluyordu. "Elden birşey gelmiyor" diyordu Borges, "körlük, yaşlılık, hastalık, bunların hepsini birer armağan, kılık değiştirmiş bir lütuf olarak görmek zorundasınız." Düş Kaplanları, Düşsel Varlıklar Kitabı, Brodie Raporu ve Kum Kitabı bu dönemin ürünleriyi. Giderek iç dünyasının derinliklerinden gelen fantastik ögeler, türlü çeşit oyunlar ve alegorilerle bezenmiş ama yine de yalın bir masal üslubunda dile gelen öyküler...
Yazı dünyasının aura'sını analiz etmeye çalışan pek çok akademisyene göre o, bir matematikçi, filozof ya da semiyolojist olabilecekken, saf katıksız bir edebiyat adamı olmayı seçmişti. Güçlü bilgisi, evrensel düşünüşü ve kurgusunun benzersizliğiyle yalnız kendine özgü bir dil yarattı Borges. Çoşkun ve hırçın Latin ruhuna yabancı Avrupa ise aslında çok geç keşfetti. 1950'lerde ilk eserleri Fransızca'ya çevrilince öyle büyük ilgiyle karşılandı ki, hemen Kafka ve Edgar Allan Poe ile karşılaştırıldı. 1961'de ilk büyük ödülü olan Uluslararası Yayıncılar Ödülü Fermantor'u Samuel Beckett ile paylaştığında 62 yaşındaydı ve hayat onun için yeni başlıyordu.
1967'de ilk karısı Elsa Millan ile evlendi ve üç yıl evli kaldı. Uzun ve yalnız bir hayat süren yazar 71 yaşındayken, "artık benim aradığım düşünmenin ve dostluğun tadı ve biraz fazla iddialı gelebilir ama bir sevme ve sevilme duygusu" diyordu. Yıllardır eli kolu ve yazılarının yardımcısı olan 41 yaşındaki Maria Kodoma ile evlendi sonra. 1994'de yazdığı son kitabı Atlas'ı oluşturan seyahatlerini de hep son aşkı Maria ile gerçekleştirmiş, İstanbul'a da onunla gelmişti. "Yeryüzündeki şu hoş ikametimiz sırasında Maria ile ben birçok yöre gezip buralardan büyük tadlar derledik. Hepsi kendine özgü ayrımlara sahip eşi emsali olmayan sesler, diller, alacakaranlıklar, kentler, bahçeler ve halklar bulmanın şaşkınlığını ve keyfini paylaştık." Yeryüzünün kendine özgü o sesler ve dillerini, şaşkınlığını da ekleyerek, "asla bir Atlas olmayan" Atlas'da anlattı Borges. "Bilinmeyeni keşfetmek ni Sinbad'a ne Kopernik'e özgü bir ayrıcalıktır" diyordu, "herkes, herbir kişi bir kaşiftir aslında".
Hiçbir yerleşik dini ve felsefeyi savunmayan yazar, komunizm ve faşizme de karşı çıkıyor, hiçbir yazarın siyasal görüşlerine göre değerlendirilmemesi gerektiğini söylüyor, Şilili ozan Pablo Neruda'dan övgüyle sözediyordu. Ancak bir zamanlar Neruda'nın aldığı, yirmi yıl aday gösterildiği halde "bir türlü kapamadım" dediği Nobel düşünü ise gerçekleştiremedi. "Evren, (kimileri kitaplık diye anıyorlar), Birbirinden engin hava sütunlarıyla ayrılmış, çok alçak parmaklıklarla çevrili, sayısı belirsiz, belki de sonsuz, altıgen dehlizlerden oluşmuştur. Altıgenlerin hangisinden bakılsa uçsuz bucaksız üst katlarla alt katlar görülebilir." Tıpkı Babil Kulesi öyküsünde olduğu gibi pek çok öyküsünde de hayatın sırrını bir dost gibi kulağımıza fısıldadı Borges. Evrenin bir kristal içinden kırılıp yansıyan sonsuz boyuttaki görüntülerini, yazı dünyasına zekice ve berrak sözlerle dönüştürme becerisini kimse böylesine gösterememişti. Şiirin filozofisini ya da filozofinin şiirini harmanlayıp cömertçe önümüze sundu.
14 Haziran 1986'da Cenevre'de karaciğer kanseri sonucu öldüğünde, üç düzineden fazla şiir ve öykü kitabı, güzel Maria'sı, ama kimbilir daha ne düşleri, okuruyla paylaşacak daha ne çok sırrı vardı?..
Özden Çetin
Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/ozel/kitap/991022/portre.html
Evrenin kütüphanecisi
(Vatan Kitap 19 Nisan 2012)
Arjantinli yazar Jorge Luis Borges""in çeşitli konularda yazı ve şiirlerine yer verdiği ve en kişisel kitabım dediği “Yaratan” kaplanlar, aynalar, labirentler, sonsuz döngüler ve ötekilerin dünyasına yeni bir kapı açıyor.
“Spinoza bütün varlıkların kendi varlığında direndiğini biliyordu, taş sonsuza dek taş, kaplan sonsuza dek kaplan olarak kalmak ister. Ben Borges olarak kalmak istiyorum, kendim (tabii ki eğer birisiysem) olarak değil; her ne kadar onun kitaplarında kendimi, öteki kitaplarda ya da bir gitarın tıngırtısında bulduğum kadar bulamasam da. Yıllar önce ondan kurtulmayı denedim ve kenar mahalle mitolojisinden zaman ve sonsuzluk gibi konulara geçtim, ama bunlar şimdi artık Borges"in oldu; yeni bir şeyler düşünmeliyim. İşte böyle, yaşamım bir kaçış, her şeyi yitiriyorum, her şey unutulan geçmişe, ya da ötekine ait.
Bu satırları hangimizin yazdığını bilmiyorum.”
“Borges ve Ben” Jorge Luis Borges / “Yaratan”, İletişim Yayınları
...
Bir akşamüstü Borges, Buenos Aires sokaklarında tek başına yürüyüş yaparken adamın biri yanına gelip sormuş "Ah bayım, siz ünlü Jorge Luis Borges değil misiniz?", Borges gülümsemiş ve cevap vermiş: "Evet, ara sıra.”
Sorunun muhattabının Borges olduğu düşünüldüğünde gelen cevap o kadar da şaşırtıcı değil. Zira Arjantinli ünlü öykücü, deneme yazarı ve şair Jorge Luis Borges (1899 - 1986), düşlerin gerçeklerle, yüzlerin suretlerle, “ben”lerin “öteki ben”lerle, sonsuzluğun parçalarla iç içe geçtiği ve hiçbir şeyin kesin ve net olmadığı akılamaz bir evrenin yaratıcısıdır. Sadece 20. yüzyılın değil tüm edebiyat tarihinin en büyük yazarlarından biri olan Borges, “Eğer elimde bir zenginlik varsa o, kesinliklerden değil, zihinsel karışıklıklardan oluşuyor" der. Aynaların öte yanına uzanan sonsuz labirentlerde akarcasına ilerleyen kısa, bilgece ve baştançıkarıcı hikayeleri kum saatleri, haritalar, kahvenin tadı, tangonun arzu dolu ritmi, kutsal kitaplarin sesi, kaplanlar ve güllerle dolu büyülü ve gizemli bu evrene açılan birer kapıdır. Yaptığı gölge oyunları, kurduğu tuzaklar aklımızı başımızdan alır, beynimizi soru işaretleriyle doldurur. “Nasıl?”ın cevabı ise Borges"te değil, her zaman okurdadır. “Bütün bunları nasıl yazdı” sorusuna gelince; “Yazarların konu arayıp seçmeleri gerektiğine inanmıyorum. Konuların yazarları arayıp bulmaları daha uygundur” der Borges. Bu muazzam büyülü gerçekliği nasıl yarattığının cevabı da hayat hikayesinde saklıdır.
Aynalar, kaplanlar, labirentler
Jorge Luis Borges 24 Ağustos 1899"da Buenos Aires"te doğdu. Çocukluğu, yoksul bir mahalle olan Palermo"da geçti. Palermo gece klüpleri ve randevu evlerinin bulunduğu, bıçak çekip kavgalar eden vahşi erkeklerle, tangonun ritmiyle dans eden arzulu kadınların olduğu hareketli bir yerdi. Bu mahallenin, Borges"in daha çocukken uzaktan uzağa izlediği, tehlikeli, tutkulu, düşük kahramanları gelecekte onun öykülerinde karşımıza çıkmak üzere belleğine kazınacaktı. Ailesi bu mahalleye pek uymayan orta sınıf bir aileydi. Babası Jorge Guillermo Borges bir avukat ve psikoloji eğitmeniydi; annesi Leonor Acevedo Haedo ise bir çevirmen. Babasının annesi İngiliz olduğu için evde iki dil konuşulduğundan İngilizce ve İspanyolca"ya aynı anda öğrendi. Babası ise satranç tahtası üzerinde ona felsefeyi ve edebiyatı öğretti. Entekeltüel bir ortamda yetişen genç Borges sokaklardan çok kızkardeşi Norah ile birlikte içerde, evlerindeki büyük kütüphane ve bahçede vakit geçiriyordu. Kütüphane ve bahçe böylece Borges"in belleğine sızan, hayalgücünü ateşleyen ve bir çok öyküsünde tekrar tekrar karşımıza çıkan imgeler halini alıyordu. Kütüphanenin dolambaçlı koridorlarında bulduğu, dünyanın yedi harikasını gösteren bir çizimde yer alan daire şeklindeki labirent ise o anda zihnine kazınarak korkusunu ateşliyordu. Uzun süre kabuslarını süsleyen labirentler, sonra hikayelerini süsleyecekti. Borges evreninin bir diğer vazgeçilmezi kaplan da çocukluk yıllarında gelip onu bulmuştu. Zira küçük Borges"in en sevdiği şey hayvanat bahçesine gitmek ve orada saatlerce hayvanları seyretmekti, özellikle kafesinde bir sağa bir sola gidip gelen sarı-siyah kaplanları...
Edebiyatla ilk tanışıklığı, kültürlü bir insan olan babasının kütüphanesindeki İngilizce kitaplar arasında bulunan H.G. Wells’in yapıtları, Binbir Gece Masalları, Hucleberry Finn, Cervantes’in Don Kişot"u ile oldu. Kütüphane ona kutsal kitapların, mitolojinin, masalların da kapısını açmıştı. Daha küçüklükten itibaren yazmaya başladı. Yedi-sekiz yaşlarında Don Kişot"tan esinlenerek hikayeler yazmaya başlamıştı. Dokuz yaşındaysa Oscar Wilde’ın “Mutlu Prens”ini İngilizce’den İspanyolcaya çevirmiş, bu çeviri yerel gazete El Pais"te yayınlamıştı.
“Daha çocukluğumda , hayatın babamdan esirgediği yazar olma yazgısını benim üstlenmek zorunda kalacağım neredeyse anlaşılmıştı. Ailemizde herkes benim yazar olacağıma kesin gözüyle bakıyordu” diye o yılları anlatan Borges haklıydı. O konları değil, konular gelip onu seçmişti.
Kendini düşleyen bir düş
1914"te, Borges 15 yaşındayken, gözleri giderek kör olmaya başlayan babasının tedavisi için ailecek İsviçre"ye Cenevreye taşınmaları ufkunun genişlemesinde, seks hayatınınsa sekteye uğramasında etkili oldu.
Eğitimine buradaki Calvin Koleji"nde devam eden Borges, filozoflar, mistikler ve kabalistlerle, Shakespeare, John Milton ve Dante"yle, sembolist edebiyatın dahileri Verlaine, Rimbaud ve Mallarmé ile, hayranı olduğu Schopenhauer, Carlyle ve Walt Whitman"la burada tanıştı. Soyut edebiyat aracılığıyla dünyayla bambaşka bir şekilde yeniden keşfediyordu. Öte yandan babasının kadınlarla ve seksle bir sorunu olduğunu düşünerek oğlunu bir fahişeye göndermesi, Borges"in hayatı boyunca kadınlarla ilişki kurmakta zorluk çekmesine sebep oldu.
Birinci Dünya Savaşı sonrası ailecek İspanya"ya taşındıklarında Ultraist edebiyat grubuna katılan Borges, 1921’de Buenes Aires’e döndüklerinde aidiyet hissinden sıkılarak kimseye bağlı olmadan birşeyler yapmaya girişti. Burada babasının arkadaşı Macedonio Fernandéz"in düşüncelerinden etkilenmesi, düşüncenin yeni yollarına yönelmesine neden oldu. Fernandez"in düşünceleri Schopenhauer, Berkeley ve Hume"ün bir yansıması idi. Edebî stili ekzantrik ve düşünce tarzı karmaşıktı. Borges bu düşünce şekliyle zaman ve uzayı, dünyayı ve gerçeği bambaşka açılardan gördü. Ona göre “Uzun bir düş gibi tasarlanmış yaşam, belki de düş görenin olmadığı bir düş... Kendi kendini düşleyen bir düş, öznesiz bir düş...”tü.
1923- 1929 yılları arasında “Buenos Aires Tutkusu”, “Yolun Ötesindeki Ay” ve “San Martin Defteri” adlı üç şiir kitabı yayınlayan Borges bu büyülü gerçekliğe asıl adımını 1930"larda attı. 1930´larda, Arjantin´de çok satan Critica gazetesine yazdığı yazıları topladığı “Alçaklığın Evrensel Tarihi´nde Kadın Korsan Çingi, Billiy the Kid gibi kötü şöhretli tarihi kişilerin yaşamöykülerini gerçek ile kurguyu harmanlayarak anlattığı sıradışı hikayeler daha sonraları bu tarz "büyülü gerçekçilik"in ilk örneklerinden sayılacaktı. Asıl "Borges stili" ise 1935"te yazdığı ve hayâlî bir romanı eleştirdiği "Al-Motasim"e Bir Bakış" isimli öyküsüyle doğdu. Bu kitap Latin Amerika edebiyatını derinden etkiledi, yayımlandığı tarih bu edebiyatın bir dönüm noktası olarak nitelendi.
Ancak 1938 Borges"i derinden sarsan iki olay oldu. Çok yakın olduğu babası öldü, kendisi ise bir kaza sonuçu ölümden döndü. O dönemi bir röportajında şöye anlatıyordu: “1938’in Noel arifesinde..babam da o yıl ölmüştü.. ağır bir kaza geçirdim..Merdivenden hızla çıkarken kafa derimin sıyrılıverdiğini hissettim... Kafamı yeni boyandığı için açık duran pencerenin kanadına çarpmıştım... yara iltihap kaptı... Bir hafta uyku uyuyamadım. Sabahlara kadar ateşler içinde yanarak karabasanlar gördüm... Bir akşam bir de baktılar konuşamıyorum... Hemen hastaneye yetiştirip ameliyata aldılar, kanım zehirlenmişti. Bir ay kendimi bilmeden hayatla ölüm arasında gidip geldim...Artık iyileşmeye başlamıştım ki bu kez de acaba aklım yerinde mi diye kuşkulandım... yazamayacağımdan korkmaya başladım.. daha önce hiç denemediğim bir şey yazmaya kalkıp başaramazsam bunun o kadar kötü bir şey olmayacağını dahası beni kötü sona hazırlayacağını düşünüyordum...Sonunda öykü yazmayı denedim...ve ortaya Quixote Yazarı Pierre Menard çıktı...”
Aklın ve düşlerin sınırlarını zorlayan hikayeler
“Pierre Menard, Don Quixote"un Yazarı” ile Borges sonuda öykülerin dünyasına adımını attı ve edebiyat türleri arasındaki sınırları zorlayan yeni tarzının en başarılı örneklerini vermeye başladı. Bu dönemde sabit bir gelir için Belediye Kütühânesi"nde çalışmaya girişen Borges, kütüphanedeki zamanının çoğunu bodrumkatına inip orada klâsikleri okuyarak ve modern edebiyatın uluslar arası örneklerini İspanyolca’ya çevirerek geçirdi. Virginia Woolf’un ve William Faulkner’ın kitapları İspanyolca’ya ilk kez bu dönemde Borges tarafından kazandırıldı. Ardından da “Tlön, Uqbar, Orbis Tertius” ve kütüphanedeki bitmek bilmeyen kataloglama işinden ilham alarak yazdığı ünlü öykü kitabı “Babil Kitaplığı” geldi. 1941"de bu öykülerin toplandığı “Yolları Çatallanan Bahçe” / “Ficciones”, 1949’da Kafkamsı bir dünyayı betimleyen metafizik öykülerden oluşan “Alef” derken Borges kendi evreninin sonsuz labirentlerinin kapılarını okura açtı. Sürekli çatallanan bahçelerin sunduğu sayısız alternatif yaşamları, her anı hafızaya kaydeden sonsuz bellekleri, genç ve yaşlı Borges"in birbiriyle yani “öteki ben”iyle karşılaştığı zaman yolculuklarını, sayfaları ve içeriği sürekli olarak değişen, başı ve son olmayan kum kitaplarını ve aklın ve düşlerin sınırlarını zorlayan daha bir çok hikayeyi tüm ihtişamı, gizemi ve büyüsüyle gözler önüne serdi.
1946’da Juan Peron iktidara geldiğinde, muhalif olduğu için kütüphanedeki görevinden uzaklaştırılan Borges"in “Cennet’i kitaplık biçiminde düşleyen” bir adam olarak ben...” Ulusal Kütüphane’nin müdürlüğüne getirilmesi ancak Peron"un devrilmesinden sonra 1955"te gerçekleşti. Ama ne yazık ki çok geçti. Borges tam o sıralar , babasından miras kalan genetik hastalık sonucu gelen bir hastalık sonucu tamamen kör oldu. Bunun için yazdığı şiir bu muhteşem ironiyi yansıtıyordu: "Kimse yakınıp yerindiğimi sanmasın / bu lütfundan yüce tanrının / bana ilahi bir şaka yaptı / kitabı ve körlüğü aynı anda bağışladı."
Kütüphanesini de yanında götürdü
1956"da Buenos Aires Üniversitesi’nde İngiliz ve Amerikan edebiyatı profesörlüğüne atandı ve 12 yıl bu görevi yürüten Borges, asistanına dikte ederek öyküler yazmaya devam etti. 1955’i izleyen yıllarda artık kendine özgü bir tür haline gelen tarzında, fantastik öğeleri gittikçe ağır basan “Düş Kaplanları”, “Düşsel Varlıklar Kitabı”, “Brodie"nin Raporu” ve Borges’in olgunluk çağının en önemli eserlerinden biri olan son kitabı “Kum Kitabı”yla hikayelerini anlatmayı sürdürdü.
Düşler evreninde yaşayan bu kör kütüphanecinin edebi dehası 1961’de Samuel Beckett’le birlikte Uluslararası Yayımcılar Ödülü’nü (Formentor Ödülü) kazandığında tüm dünyaya ulaştı. Borges"in adı, Joyce, Proust, Kafka, Woolf, Beckett gibi efsanevi yazarlarla birlikte anılırken aklın ve düş gücünün sınırlarını zorlayan hikayeleri 20. yüzyılın klasikleri arasına katıldı. Borges, Latin Amerika Edebiyatının dünya çapında da geniş bir aydın kitlesine ulaşmasında da önemli bir rol oynadı.
Ölmeden hemen önce uzun yıllar boyunca asistanlığını yapan ve gözleri görmezken öykülerini yazmasına yardım eden María Kodama ile evlenen Borges, Kodama ile birlikte dünyayı gezerken hazırladıkları Atlas"ı yayınladı. Borges, 14 Haziran 1986"da, 87 yaşındayken, çok istediği Nobel Ödülü"nü alamadan karaciğer kanserinden öldü.
Ama evrenin kütüphanecisinin her nereye, hangi başka evrene gittiyse orada mutlu olduğuna şüphe yok. Zira sonsuz bir kütüphane gibi kitaplarla dolup taşan muhteşem bir belleğini de yanında götürdü. Ölmeden önce yaptığı bir röportajda söyledikleri bunu kanıtlar nitelikte: “Şimdi, seksen beş yaşıma girmenin açıklığıyla, içimde hiç hüzün olmadan, anılarımın dizeler ve kitaplarla dolu olduğunu kabul ediyorum. 1955 yılından beri göremiyorum -okuyucu görümü kaybettim. Ancak, geçmişteki yaşamımı düşündüğümde, arkadaşlarımı, aşkları düşünsem de hemen hemen tamamen düşündüğüm şey kitaplar oluyor. Hafızam, birçok dilden alıntılarla dolu.”
EVRENLER İÇİNDE EVRENLER
Latin Amerika´nın ve dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden, çok sayıda yazarın üslübunu, tekniğini ve edebiyat hakkındaki düşüncelerini neredeyse tek başına değiştiren J.L. Borges, pek çok öyküsünde ve şiirlerinde Tanrı´yı bulma olasılığı, ölümsüzlük, sonsuzluk ve sonsuz olasılık, döngüsel zaman, ebedi tekrar gibi olgular karşımıza dikilir. Aklımızdan geçen her şeyin gerçekten yaşandığı ya da yaşanmasının mümkün olduğu, en küçük olgunun tüm evreni içerdiği, her insanın bir başkası olduğu gibi düşünceler zihnimize sızar. Kaplan, gül, “öteki ben”, kum, labirent, ayna gibi imgeler ruhumuza işler. Bize evrenler içinde evrenler gezdiren Borges"in İletişim Yayınları"ndan çıkan son kitabı “Yaratan” da okuyucuyu aynı temalardan besleniyor. Kitaplarına önsöz değil sonsöz yazmayı seven Borges"in 1960"ta “Yaratan” için yazdığı sonsözde “Çeşitli konulardaki bu yazılar (zaman biriktirdi, ben değil, aralarında başka bir edebiyat görüşüyle yazdığım için düzeltmeye cesaret edemediğim eski parçalar da var) umarım konuların coğrafi ve tarihsel çeşitliliklerinden daha az göze batar” diyor ve ekliyor: “Baskıya verdiğim bütün kitaplar arasında sanırım hiçbiri bu küçük koleksiyon kadar kişisel ve düzensiz, silva de varia lección, değil. Kişisel çünkü içinde birçok yansımalar ve araya sıkıştırmalar var.” Düzyazı ve şiirinin, edebiyatla felsefenin, gerçekle kurgunun içiçe geçtiği bu “koleksiyon”da bambaşka bir Borges evreni keşfedilmeyi bekliyor.”
Mine Akverdi
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder