10 Ağustos 2014 Pazar

Zahir - Jorge Luis Borges

ZÂHİR

(Yolları Çatallanan Bahçe / Can Yayınları / Çev: Fatih Özgüven)

 
 
 
Wally Zenner'e
 
Zâhir, Buenos Aires'te yirmi centavo değerinde çok rastlanan bir paradır. Bir yüzünde N T harfleri ve 2 sayısı jiletle ya da çakıyla kazınmış gibidir; öbür yüzündeki tarihse 1929'dur. (Güzerat'ta, 18. yüzyılın sonuna doğru, Zâhir bir kaplandı; Cava'da, İnananların taşladığı, Surakarta Camii'nden gelme kör bir adamdı; İran'da, Nadir Şah'ın denizin dibine attırdığı, yıldızların yüksekliğini saptamaya yarayan bir gökbilim âleti, bir "usturlap"tı; 1892 sıralarında Mehdi'nin zindanlarında, Rudolf Karl von Slatin'in eliyle dokunduğu, bir sarığın katları arasına gizlenmiş küçük bir pusulaydı; Zotenberg'e göre Kurtuba Camii'nde on iki bin sütundan birinin mermerindeki bir damardı; Tetwin gettosunda bir kuyunun dibiydi.)
Bugün kasımın on üçü; Zâhir haziranda şafak vakti elime geçti. Ben artık bu anlatıdaki 'ben' değilim; ama olanları hatırlamam, hatta belki anlatmam bile hâlâ mümkün. Ne kadar bölük pörçük de olsa, hâlâ Borges'im.  

30 Mart 2013 Cumartesi

Araya Giren Kadın - Jorge Luis Borges



Bu hikaye, ağabeysi Cristian'ın 1880 lerde Moron mahallesinde tabii bir şekilde ölümünden sonra, cenaze gecesinde Nilsen'lerin küçüğü Eduardo tarafından anlatıldı, derler. Buna inanmak güç ama, gerçek şu ki, o uzun, unutulmuş gecede, bardak bardak çay içilirken biri bir başkasından bu hikayeyi duymuş ve Santiago Dabove'ye anlatmıştı ve ben de ondan öğrendim. Yıllarca sonra gene aynı hikâyeyi, olayın olduğu Turdera'da bana anlattılar. Biraz daha uzun olan ikinci şekli, pek az fark ve değişiklikle Santiago'nun hikâyesine uyuyordu. Bende şimdi bunu yazıyorum, çünkü yanılmıyorsam bu hikâye o «imanlar şehir dışında yaşayan o insanların karakterini kısa ve trajik bir hava içinde özetliyor. Hikâyeyi aslı gibi çevireceğim, fakat edebi tutkunun etkisiyle bazı noktaların üzerinde daha ısrarla durup, bir iki şey ekleyeceğimi sanıyorum.

12 Mart 2013 Salı

Interview: Jorge Luis Borges, The Art of Fiction No. 39

The Paris Review No. 40, Winter-Spring 1967


This interview was conducted in July 1966, in conversations I held with Borges at his office in the Biblioteca Nacional, of which he is the director. The room, recalling an older Buenos Aires, is not really an office at all but a large, ornate, high-ceilinged chamber in the newly renovated library. On the walls—but far too high to be easily read, as if hung with diffidence—are various academic certificates and literary citations. There are also several Piranesi etchings, bringing to mind the nightmarish Piranesi ruin in Borges's story, “The Immortal.” Over the fireplace is a large portrait; when I asked Borges's secretary, Miss Susana Quinteros, about the portrait, she responded in a fitting, if unintentional echo of a basic Borgesean theme: “No importa. It's a reproduction of another painting.”
 
At diagonally opposite corners of the room are two large, revolving bookcases that contain, Miss Quinteros explained, books Borges frequently consults, all arranged in a certain order and never varied so that Borges, who is nearly blind, can find them by position and size. The dictionaries, for instance, are set together, among them an old, sturdily rebacked, well-worn copy of Webster's Encyclopedic Dictionary of the English Language and an equally well-worn Anglo-Saxon dictionary. Among the other volumes, ranging from books in German and English on theology and philosophy to literature and history, are the complete Pelican Guide to English Literature, the Modern Library’s Selected Writings of Francis Bacon, Hollander's The Poetic Edda, The Poems of Catullus, Forsyth's Geometry of Four Dimensions, several volumes of Harrap's English Classics, Parkman's The Conspiracy of Pontiac, and the Chambers edition of Beowulf. Recently, Miss Quinteros said, Borges had been reading The American Heritage Picture History of the Civil War, and just the night before he had taken to his home, where his mother, who is in her nineties, reads aloud to him, Washington Irving's The Life of Mahomet.
 
Each day, late in the afternoon, Borges arrives at the library where it is now his custom to dictate letters and poems, which Miss Quinteros types and reads back to him. Following his revisions, she makes two or three, sometimes four copies of each poem before Borges is satisfied. Some afternoons she reads to him, and he carefully corrects her English pronunciation. Occasionally, when he wants to think, Borges leaves his office and slowly circles the library's rotunda, high above the readers at the tables below. But he is not always serious, Miss Quinteros stressed, confirming what one might expect from his writing: “Always there are jokes, little practical jokes.”
 

5 Mart 2013 Salı

The Book of Sand




The Book of Sand


by Jorge Luis Borges


Thy rope of sands . . .
—George Herbert
  

The line is made up of an infinite number of points; the plane of an infinite number of lines; the volume of an infinite number of planes; the hypervolume of an infinite number of volumes. . . . No, unquestionably this is not—more geometrico—the best way of beginning my story. To claim that is it true is nowadays the convention of every made-up story. Mine, however, is true.
  
I live alone in a fourth-floor apartment on Belgrano Street, in Buenos Aires. Late one evening, a few months back, I heard a knock at my door. I opened it and a stranger stood there. He was a tall man, with nondescript features—or perhaps it was my myopia that made them seem that way. Dressed in gray and carrying a gray suitcase in his hand, he had an unassuming look about him. I saw at once that he was a foreigner. At first, he struck me as old; only later did I realize that I had been misled by his thin blond hair, which was, in a Scandinavian sort of way, almost white. During the course of our conversation, which was not to last an hour, I found out that he came from the Orkneys.

Bir İlahiyatçı'nın Ölümü


Melekler anlattı: Melancthon öldüğünde, bu dünyada yaşadığı eve, benzediğini sanacağı bir eve kavuşturulmuş. (Bu, sonsuzluğa yeni göçenlerin oraya ilk varışlarında çoğunun başına gelir; bu yüzden, öldüklerinin farkına varmazlar, kendilerini hâlâ yeryüzünde sanırlar.)
 
Odasındaki her şey daha öncekilerin aynıymış; yemek masası; çekmeceli yazı masası, raflar dolusu kitapları: Melancthon, yeni mekânın da uyanır uyanmaz, masasının başına oturmuş; -her zaman olduğu gibi- hayırseverlikten hiç söz etmeksizin, inanç yoluyla günahlardan arınma üzerine yapıtını yazmayı sürdürmüş günlerce.

Hayırseverliği dışladığını hemen fark eden melekler, Melancthon'u sorgulamak için ulaklar yollâmışlar. Melancthon; "Hayırseverliğin ruh için hiç de gerekli olmadığını, selâmete kavuşmak için inancın yeterli olduğunu çürütülmez biçimde kanıtladım," diye yanıtlamış. Ölmüş olduğunu ve eninde sonunda Cennet'ten kovulabileceğini aklının ucundan bile geçirmeden; büyük bir güvenle konuşuyormuş. Melekler; neler dediğini duyunca, Melancthon'un yanından ayrılmışlar.

Birkaç hafta geçmiş geçmemiş, Melancthon'un odasındaki eşyalar bir bir solup silinmeye, yok olmaya başlamış; sonunda koltuk, masa, kâğıtlar ve mürekkep hokkası kalmış bir tek. Dahası; odanın duvarlarına kireçten bir kabuk çekilmiş, zemin sarı bir sırla kaplanmış. Sırtındaki giysilerse artık iyice dökülüyormuş. Bütün bu değişikliklere çok şaşırmış, ama hayırseverliği yadsıyarak
inanç üzerine yazmayı sürdürmüş; sonunda, hayırseverliği dışlamakta o kadar diretmiş ki, birden yerâltında, kendisi gibi başka ilâhiyatçıların da bulunduğu bir ıslahevinde bulmuş kendini. Orada birkaç gün kilitli kaldıktan sonra öğretisi konusunda kuşkuya düşünce, eski odasına dönmesine izin verilmiş. Gövdesi tepeden tırnağa kıllarla kaplıymış artık; ama başına gelenin bir sanrıdan başka bir şey olmadığına inandırmaya çalışmış kendini var gücüyle ve yeniden inancı göklere çıkarmaya, hayırseverliği aşağılamaya koyulmuş.

4 Mart 2013 Pazartesi

Yolları Çatallanan Bahçe - Jorge Luis Borges

Borges'in El Jardin de Senderos Que Se Bifurcan (Yolları Çatallanan Bahçe) öyküsünün 1941 tarihli elyazması.
 
 

Yolları Çatallanan Bahçe - Jorge Luis Borges

Victoria Ocampo'ya

 
 
Liddell Hart'ın Birinci Dünya Savaşı Tarihi' nin 22. sayfasında, 24 Temmuz 1916 günü on üç İngiliz tümeni tarafından -1400 topçu desteğinde- Serre Montauban hattına karşı girişilmesi gereken saldırının 29'u sabahına ertelendiğini okuyacaksınız.

"Hiç kuşku yok ki, bu önemsiz gecikmeye sağanak halinde yağan yağmurlar neden olmuştur" diyor Yüzbaşı Liddell Hart.

Tsingtao'daki Hochschule'nin eski İngilizce profesörlerinden Dr. Yu Tsun tarafından yazdırılmış, gözden geçirilmiş ve imzalanmış aşağıdaki sayfalar, olaya hiç beklenmedik bir açıklık kazandırmaktadır.

Belgenin ilk sayfası kayıptır.

"...ve ahizeyi yerine koydum. Hemen ardından telefonda Almanca karşılık veren sesi tanıdım. Yüzbaşı Richard Madden'in sesiydi bu. Madden'in Viktor Runeberg'in apartman katında olması dertlerimizin ve aynı zamanda -ama bana daha az önemli geliyordu ya da öyle gelmeliydi- onunla benim yaşamımızın da sonu demekti.
 
Runeberg ya tutuklanmış ya da öldürülmüş olmalıydı.(1)


(1)Dipnot: İğrenç ve tuhaf bir varsayım. Prusyalı casus Hans Rabener, nâm-ı diğer Viktor Runeberg, otomatiğini çektiği gibi tutuklama emrini getiren Yüzbaşı Richard Madden'e saldırmıştı. Madden ise kendini savunmak üzere Runeberg'i öldürücü biçimde yaralamıştı.



Jorge Luis - BORGES (Serbest bir biyografi)

Borges L'Hôtel'de, Paris, 1969



JORGE LUİS BORGES



24 Ağustos 1899’da Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te doğan Jorge Luis Borges’ın çocukluğu, bazı yapıtlarında da belirttiği gibi yoksul Palermo mahallesinde geçti. Arjantin tarihinde önemli bir yeri olan İngiliz kökenli bir aileden geldiği için, İngilizce’yi İspanyolca’dan önce öğrenen Borges, daha dokuz yaşındayken Oscar Wilde’in Mutlu Prens’ini İspanyolca’ya çevirdi...Edebiyatla ilk tanışıklığı, kültürlü bir insan olan babasının kitaplığındaki İngilizce kitaplar arasında bulunan H.G. Wells’in yapıtlarını, Binbir Gece Masallarını, Hucleberry Finn’i, Cervantes’in Don Quixote’unu okuyarak oldu...

BORGES VE BEN’de bu yıllara ait anılarına şöyle değiniyor:
“Bana ilk felsefe derslerini veren babam olmuştu...hem de hiç sezdirmeden...Çok gençtim; bir satranç tahtası üzerinde Zenon çıkmazlarını, Akhilles ve kaplumbağayı, okun kımıltısız uçuşunu göstermişti bana... Daha sonraları Berkeley’in adını bile anmaksızın, idealizmin temel ilkelerini öğretmek için akla hayale gelmedik yollar denedi...”
“Annem her zaman açık fikirliydi...babamdan İngilizce öğrendikten sonra, çoğunlukla bu dilde kitap okumaya başlamış... Ama babamın ölümünden sonra bakmış ki hiç bir kitabı doğu dürüst okuyamıyor, hep kafası dağılıyor...kendini zorlamak için oturmuş William Saroyan’ın İnsanlık Komedyası’nı çevirmeye koyulmuş...Daha sonraları Hawthorne’un bazı öykülerini ve Herbert Read’in sanat üstüne kitaplarını çevirdi. Bana yakıştırılan Melville, Virginia Woolf ve Faulkner çevirilerinden bazıları da onundur. Annem özellikle daha ilerki yıllarımda, kör olduğumda benim için her zaman bir yoldaş, anlayışlı ve bağışlayıcı bir dost olmuştur. Uzun yıllar yakın zamanlara kadar, sekreterliğimi üstlendi, gelen mektupları yanıtladı, bana kitap okudu, söylediklerimi kağıda döktü...birçok kez benimle birlikte yurt içi - yurt dışı gezilere çıktı. Gerçi o sıralar aklımın ucundan bile geçmiyordu; oysa, aslında beni yazarlığa sessizce, ama karşı konulmaz biçimde özendiren oydu...”diyor. “Ama daha çocukluğumda , hayatın babamdan esirgediği yazar olma yazgısını benim üstlenmek zorunda kalacağım neredeyse anlaşılmıştı. Ailemizde herkes benim yazar olacağıma kesin gözüyle bakıyordu.. (zaten böyle şeyler, açıkça söylenen şeylerden daha önemlidir.)..Benden yazar olmam bekleniyordu!”